Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
SEVMEK KORKUSU 1934
"Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım yolda beni avare ve çırılçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum." sf.75
Sevmek kaynaklı hayal kırıklıklarını, şaşkınlıkları, hüznü unutup, başa sarıp tekrar ve canı hiç yanmamış gibi sevmek hayatının rutini olmuş biri olarak, adı Sevmek Korkusu olan bir öykünün, gecenin bir yarısı kitabı karıştırırken daha başlığıyla dikkatimi çekmesi ve kitapta beni en çok etkileyen öykülerden biri olması da şaşılası bir şey sayılmaz. Hayatımda en az zorlandığım şey birini ya da bir şeyi sevmek, desem abartmış olmam sanırım. Bugüne kadar sevginin söz konusu olduğu yerde korkunun yeri olmadığını düşünenlerdendim, her ne kadar yaşadıklarım ya da şahit olduklarım tersini gösterse de. Ancak günün sonunda, artık büyümüş ya da genelgeçer gerçeğe teslim olmuş olmalıyım ki, ben de sevmeden önce korkar, en azından endişelenir hâle geldiğimi fark ettim. Sait Faik’in Sevmek Korkusu‘nda bahsettiği gibi “Korku, yol boylarınca etrafımı sarıyor, önümde uzuyor. Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım yolda beni avare ve çırılçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum.” Öykünün kahramanı da böyleydi işte. Ürküyordu sevmekten ama yine de ‘o’nu bekliyordu gelsin diye. Beklediği çoğu zaman gelmezdi. O kadar ki, beklediğinin gelmediği günlerin birbirinden farkı şehre yağan şeyin kar ya da yağmur olmasıydı. Geldiği kısıtlı zamanlarda da o gittikten sonra kahramanımız onu öldürmüş kadar harap, katil yatağının üstünde sabahı, polisi, kanunları beklerdi. Beklemenin ve çaresizliğin bu kadar yalın bir anlatımını çok uzun zamandır okumamıştım. Beklenenin bir masaya benzetildiği şu satırlar ise, üzerinde yorum yaparsam kırılıp dökülecekmiş gibi geliyor bana: “O da bu masa gibi olurdu. Fakat aksine, birdenbire küçükken büyüyüverir, kısayken uzar, kalkar giderdi.” Küçükken, hatta yokken, birden ortaya çıkan, kocaman olan ve evimde nereye sığdıracağımı bilemediğim bir masa… İşte budur belki de sevmekten korkutan.
Tarih: 2019-11-25 10:29:53 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Sait Faik Abasıyanık - Semaver - Sevmek Korkusu Nedir
"Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım yolda beni avare ve çırılçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum." sf.75
Sevmek kaynaklı hayal kırıklıklarını, şaşkınlıkları, hüznü unutup, başa sarıp tekrar ve canı hiç yanmamış gibi sevmek hayatının rutini olmuş biri olarak, adı Sevmek Korkusu olan bir öykünün, gecenin bir yarısı kitabı karıştırırken daha başlığıyla dikkatimi çekmesi ve kitapta beni en çok etkileyen öykülerden biri olması da şaşılası bir şey sayılmaz. Hayatımda en az zorlandığım şey birini ya da bir şeyi sevmek, desem abartmış olmam sanırım. Bugüne kadar sevginin söz konusu olduğu yerde korkunun yeri olmadığını düşünenlerdendim, her ne kadar yaşadıklarım ya da şahit olduklarım tersini gösterse de. Ancak günün sonunda, artık büyümüş ya da genelgeçer gerçeğe teslim olmuş olmalıyım ki, ben de sevmeden önce korkar, en azından endişelenir hâle geldiğimi fark ettim. Sait Faik’in Sevmek Korkusu‘nda bahsettiği gibi “Korku, yol boylarınca etrafımı sarıyor, önümde uzuyor. Sevmekten korkuyorum. Başka arzular, ihtiraslarla atıldığım yolda beni avare ve çırılçıplak, başı her manada boş bırakacak yalnız bir şey olduğunu biliyorum ve ondan karanlıktan, riyadan, zulümden, hürriyetsizlikten korkar gibi ürküyorum.” Öykünün kahramanı da böyleydi işte. Ürküyordu sevmekten ama yine de ‘o’nu bekliyordu gelsin diye. Beklediği çoğu zaman gelmezdi. O kadar ki, beklediğinin gelmediği günlerin birbirinden farkı şehre yağan şeyin kar ya da yağmur olmasıydı. Geldiği kısıtlı zamanlarda da o gittikten sonra kahramanımız onu öldürmüş kadar harap, katil yatağının üstünde sabahı, polisi, kanunları beklerdi. Beklemenin ve çaresizliğin bu kadar yalın bir anlatımını çok uzun zamandır okumamıştım. Beklenenin bir masaya benzetildiği şu satırlar ise, üzerinde yorum yaparsam kırılıp dökülecekmiş gibi geliyor bana: “O da bu masa gibi olurdu. Fakat aksine, birdenbire küçükken büyüyüverir, kısayken uzar, kalkar giderdi.” Küçükken, hatta yokken, birden ortaya çıkan, kocaman olan ve evimde nereye sığdıracağımı bilemediğim bir masa… İşte budur belki de sevmekten korkutan.
Tarih: 2019-11-25 10:29:53 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx